free bootstrap template



Dört Yüce Gerçek ve İçgörüleri

Ajahn Sumedho Amerikalı bir Theravada Budist keşiştir. 1967'de rütbesi verildi ve Tayland'da Wat Pa Nanachat ile İngiltere'de Cittaviveka ve Amaravati manastırlarının kurulmasında etkili oldu. 
Aşağıda Four Noble Truth kitabından çeviriler bulacaksınız.


Yazar: Ajahn Sumedho
Düzenleyen: Günsu Engin

Budist dünyasında, Tayland'da bile artık Dört Yüce Gerçeği kullanan çok fazla Budist yok. İnsanlar şöyle diyor: "Ah evet, Dört Yüce Gerçek - yeni başlayanlara özgü bir şey." Daha sonra her türlü vipassana tekniğini kullanabilirler ve önce Asil Hakikatlerle çalışmadan diğer aşamalara takıntılı hale gelebilirler. Budist dünyasında gerçekten derin bir öğretinin ilkel Budizm olarak göz ardı edilmesini oldukça şaşırtıcı buluyorum: “Bu,küçük çocuklar için, yeni başlayanlar için.” Derler ve en derin ve temeldeki öğretiyi unutarak karmaşık teorilere ve fikirlere girerler.


Buddha’nın öğretisi temelde 4 asil hakikattir.  Bunu anladığınızda tüm Dharma’yı anlarsınız. 

Buda'nın Dört Yüce Gerçek hakkındaki öğretisi olan Dhammacakkappavattana Sutta, yıllar boyunca uygulamalarımda kullandığım ana referans olmuştur. Tayland'daki manastırımızda kullandığımız öğretidir. Theravada Budizm okulu, bu sutta'yı Buda'nın öğretisinin özü olarak kabul eder. Bu tek sutta, Dhamma'yı anlamak ve aydınlanma için gerekli olan her şeyi içerir. 

Dört Asil Hakikat şunlardır:

1-Acı vardır; (dukkha)

2-acı çekmenin bir nedeni veya kökeni vardır (samudhaya)

3-acının bir sonu vardır (nirodha)

4-ve acıdan kurtulmanın yolu Sekiz Katlı Yol'dur (magga)

Bu Gerçeklerin her birinin üç yönü vardır, dolayısıyla hep birlikte on iki içgörü vardır.  

Theravada okulunda, bir arahant, Dört Yüce Gerçeği üç yönü ve on iki içgörüsüyle açıkça görmüş olan kişidir. Arahant gerçeği anlayan insan demektir; esas olarak Dört Yüce Gerçeğin öğretilmesine uygulanır.

BİRİNCİ ASİL HAKİKAT

Gautama Buddha'nın Birinci Yüce Gerçek Söylevi:

Samyutta Nikaya, LVI, 11

“Acı Çekmenin Asil Hakikati Nedir? Doğum acıdır, yaşlanmak acıdır, hastalık acıdır, sevilenden uzaklaşma acıdır, istediğini elde edememek acıdır: Kısaca tutunmaktan etkilenen beş kategori acıdır.

 Acı çekmenin Asil gerçeği vardır ki; daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar. Acıyı tam olarak anlayarak bu Asil Hakikate nüfuz edilmelidir ki: daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar. Acının tam olarak anlaşılmasıyla bu Asil Hakikate ulaşıldı ki; daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar. "

BİRİNCİ ASİL HAKİKATİN İÇGÖRÜLERİ


İçgörü 1: 

Birinci Yüce Gerçek için, “Acı var” ilk içgörüdür.

Bu içgörü nedir? Bunu büyük bir şeye dönüştürmemize gerek yok; bu sadece bir tanımadır:

“Acı var” Bu temel bir anlayıştır. Cahil kişi 'Ben acı çekiyorum' der. “Acı çekmek istemiyorum. Acıdan kurtulmak için meditasyon yapıyorum ve inzivaya çekiliyorum ama hâlâ acı çekiyorum ve acı çekmek istemiyorum... Acı çekmekten nasıl kurtulabilirim? Ondan kurtulmak için ne yapabilirim?”

 Ama “bu” yani “Acı çekiyorum ve buna son vermek istiyorum” İlk asil hakikat değildir.

İçgörü şudur: “Acı var”

Böyle olduğunda, hissettiğiniz acıya ya da ıstıraba "Bu acı bana ait, benim" perspektifinden bakmaz, bir

bir yansıtma olarak bakarsınız, tıpkı bir ayna gibi: “Burada acı var. Bu dukkha”

Ayna gibi olmak demek, karşılaştığın şeye yorum eklemeden yansıtmaktır.

Birinci içgörü, bu acının kişiselleştirilmeden var olduğunun kabul edilmesidir. Bu kabul önemli bir içgörüdür; sadece zihinsel acıya veya fiziksel acıya bakmak ve onu kişisel sefalet yerine dukkha olarak görmek - onu sadece dukkha olarak görmek ve ona alışılmış bir şekilde tepki vermemek.

Birinci Yüce Gerçek, “her şey acı çekmektir, yaşam acı çekmektir, acı mutlaktır” demez. Bu büyük bir yanlış anlaşılmadır. Mutlak bir şeyden asla bahsedilmiyor. Mutlak olan şeyden çıkış yolu da yoktur. 4 asil hakikat acı çekmenin bildirgesi değildir, acı çekmemenin ıstırapsız olmanın bildirgesidir.


İçgörü 2:

Birinci asil hakikatin ikinci içgörüsü şudur: “Acı anlaşılmalıdır.” 

Bu: dukkha'nın anlaşılması gereken bir şey olduğudur. Kişi dukkha'yı anlamalı, sadece ondan kurtulmaya çalışmamalı. Pali dilinde “anlamak” acıyı gerçekten kabul etmek, ona tepki vermek yerine onun altında durmak veya onu kucaklamak anlamına gelir. Herhangi bir tür acıya (fiziksel veya zihinsel) genellikle sadece tepki veririz. Yalnızca anlayış olursa gerçekten acıya bakabiliriz. Acıyı gerçekten kabul edin, gerçekten kucaklayın onu.

Henüz “nedenini anlamak” tan bahsetmiyor. Acının varlığını anladın mı? İdrak ettin mi?

İçgörü 3 :

Birinci Yüce Gerçeğin üçüncü yönü şudur: “Acı anlaşılmıştır.” Acı çekmeyi gerçekten uyguladığınızda - ona baktığınız, onu kabul ettiğiniz, bildiğiniz ve olduğu gibi olmasına izin verdiğinizde - o zaman üçüncü bir boyut vardır: “Acı anlaşılmıştır” veya “Dukkha anlaşılmıştır.” 

Birinci Yüce Gerçeğin üç yönü:

1-“Acı tespit edildi mi? Bu bir acı, bu bir ıstırap anı, burada acı var”

2-“Acıyı anlamak için ne yapıyorum? Acıyı kucakla. Onunla kal.”

3-“Acı anlaşıldı mı? Bu acının varlığı direnmeden, yok sayılmadan, kaçınmadan anlaşıldı. Bu acıyla yeteri kadar uzun kalındı.”

Bu, her Asil Hakikat’in üç yönlü modelidir.


1-“Tespit” var,

2-sonra “reçete var”

3-sonra “uygulamanın sonucu var.”

Bunu Pali dilinde pariyatti, patipatti ve pativedha sözcükleri açısından da görebiliriz.

“Pariyatti”, “Acı var” teorisi veya ifadesidir.

“Patipatti” pratiktir; aslında onunla pratik yapmaktır;

“pativedha” uygulamanın sonucudur.

Buna yansıtıcı model diyoruz; aslında zihninizi çok yansıtıcı bir şekilde geliştiriyorsunuz.

Bir Buda zihni, her şeyi olduğu gibi bilen, yansıtıcı bir zihindir.

Gelişimimiz için bu Dört Asil Hakikat’i kullanıyoruz.

Bunları hayatımızdaki sıradan şeylere, zihnimizin sıradan takıntılarına ve takıntılarına uyguluyoruz. Bu hakikatlerle içgörüye sahip olmak için takıntılarımızı araştırabiliriz. Üçüncü Yüce Gerçek aracılığıyla acının sona ermesini, acının sonunu fark edebilir ve anlayış oluşana kadar Sekiz Katlı Yolu uygulayabiliriz. Sekiz Katlı Yol tamamen geliştirildiğinde kişi arahanttır ve kişi bunu başarmıştır. Her ne kadar bu kulağa karmaşık gelse de -dört gerçek, üç yön, on iki içgörü- oldukça basittir. Acıyı ve acı çekmemeyi anlamamıza yardımcı olmak için kullanmamız gereken bir araçtır.

Dört Asil Hakikat bir ömrün yansımasıdır. Bu sadece Dört Asil Hakikat’i, üç veçheyi ve on iki aşamayı idrak etmek ve bir inzivada arahant olmak ve sonra ileri bir şeye geçmek meselesi değildir. Dört Asil Hakikat bu kadar basit değildir. Sürekli bir uyanıklık tutumu gerektirir ve ömür boyu sürecek bir incelemenin çerçevesini oluşturur.

Acı çekmek veya dukkha hepimizin paylaştığı ortak bağdır. Herkes her yerde acı çekiyor. Geçmişte, eski Hindistan'da insanlar acı çekmişti; modern Britanya'da acı çekiyorlar; ve gelecekte insanlar da acı çekecek...

Pali dilindeki dukkha kelimesi 'tatmin edemeyen' veya 'hiçbir şeye katlanamayan veya dayanamayan' anlamına gelir: her zaman değişir, bizi gerçekten tatmin edemez veya mutlu edemez. Duyusal dünya da böyledir, doğada bir titreşimdir. Aslında tatmini duyusal dünyada bulsaydık bu çok kötü olurdu çünkü o zaman onun ötesini aramazdık; biz buna bağlı kalırdık. Ancak bu dukkha'ya uyandıkça, artık sürekli olarak duyusal bilince hapsolmamak için çıkış yolunu bulmaya başlarız.

ACI ÇEKME VE BENLİK

Birinci yüce gerçeğin söylediği şey, “acı var” “ben acı çekiyorum” değil, acıyı sahiplenmekle ilgili değil. Ben perspektifinden bakmıyoruz acıya. Eğer acı bana oluyor, ben acı çekiyorum diye sahiplenirsek bir hikaye yaratır ve hikayeye kapılırız (nedenleri niçinleri…).

“Zavallı ben, bu acıyı hakedecek ne yaptım?

Neden benim başıma geliyor?”

“Ben sadece iyi olmak istiyorum neden böyle oluyor?..”

Ya da “tabi ki hakediyorum, karma bunu bana yapıyor.”

Bu “her şeyi” kendi kimliği ile özdeşleştirme cahilliğidir.  Basitçe kendini benliğini aradan çekiyorsun, acı’ya ayna oluyorsun. Acının varlığına tanık olduğumuzda, basitçe “acı var” ı gördüğümüzde artık o senin benim onun acısı değildir.  

Acı var demek, acıyı sahiplenmeden kabul etmek, onun evrenselliğini görmektir. 

Duyusal algıya sahip bedenlerimiz var. Duyusal dünya son derece hassas bir deneyimdir. Her şeyi algılayabiliriz. Zevki de acıyı da..Bu, samsaranın dualizmine maruz kaldığımız anlamına gelir. Yani çok savunmasız bir şeyin içindeyiz. Bu bedenle ve onun duyularıyla temasa geçen her şeyi içeri alırız.. Bu böyledir. Bu dünyaya doğmuş olmanın bedelidir bu. 

Dolayısıyla duyumsadığımız her şeyle özdeşleşme eğilimimiz var. 

Acıyla, korkuyla, öfkeyle özdeşleşiyoruz.

Ve başkalarını da özdeşleştiriyoruz. Örn. annemin öfkesi, babamın öfkesi, köpeğimin öfkesi vs.. Oysa onun bunun öfkesi değil yalnızca öfke var.

Acı sadece acıdır, soğuk sadece soğuktur, öfke sadece öfkedir. Bana ya da hiçkimseye “ait” değildir. “Can sıkıntısı, endişe ya da uyuşukluk var”

 Böyle bakabilirsek, her şeyi gerçekten “olduğu gibi” görebiliriz.

Duyumsadıklarımız biz’e ait değil

Dışarıdaki sesler nasıl ki bize ait değilse,

İçerideki sesler de bize ait olmayabilir.

İkisini de duyumsuyoruz.

Ancak dışarıdakinin kaynağını bildiğimz için özdeşleşmiyoruz

İçeridekinin kaynağını bilmediğimiz için özdeşleşiyoruz.

Böylece ilk yüce gerçeğin üç içgörüsü kişiye yerleşir.

1. Bu nedir?

2. Buna nasıl yaklaşıyorum?

3. Bu anlaşıldı mı?

ISTIRABI ARAŞTIRMAK

Şöyle düşünebiliriz:

'Annem beni gerçekten sevseydi ya da çevremdeki insanlar bilge olsaydı ve kendini bana kusursuz bir ortam sağlamaya adamış olsalardı, o zaman şu anda yaşadığım duygusal sorunları yaşamazdım.'

Bu saçmalıktır. Çektiğimiz acıları hep dış koşullara bağlamak aptalca bir bakış açısı.

Her ihtimalde, zaten bir şekilde acı çekecektin.

İlk yüce gerçeğin bu formülüyle, oldukça acı dolu bir hayat geçirmiş olsak bile,

Biz, dışarıdan gelen acıya bakmıyoruz

Kendi zihnimizde acının çevresinde ördüğümüz şeye bakıyoruz.

Acıların kaynağının hiçbir zaman başkaları olmadığını söylemiyorum ama burada işaret ettiğimiz şey acı karşısında kendi tepkilerimizdir.

Eğer biri size kötü davranıyorsa veya kasten ve kötü niyetle size acı çektirmeye çalışıyorsa ve siz çektiğiniz acının sebebini bu kişi düşünüyorsanız, bu İlk Asil Hakikati hala anlamamışsınızdır. Tırnaklarınızı çekse veya size başka korkunç şeyler yapsa bile, o kişi yüzünden acı çektiğinizi düşündüğünüz sürece, bu ilk asil hakikati anlamamışsınızdır.

Acıyı anlamak demek; tırnaklarımızı çeken kişiye 'Senden nefret ediyorum' diyerek gösterdiğimiz tepkinin ıstırap olduğunu açıkça görmektir.

Bir kişinin tırnaklarını gerçekten çıkarmak “acı vericidir”, ancak ıstırap

 'Senden nefret ediyorum' ve 'Bunu bana nasıl yaparsın' ve 'Seni asla affetmeyeceğim' ifadelerini içerir.

Anektod:

Ajahn sumedho,  Taylanda Wat Pah Pong manastırında yaşarken, her gün yaprakları süpürme görevi varmış. 

“Bunu yapmaktan hoşlanmadım. 'Bunu yapmak istemiyorum' diye düşünürdüm. Ben buraya yerdeki yaprakları süpürmeye gelmedim; Buraya aydınlanmaya geldim ve bunun yerine bana yerdeki yaprakları süpürtüyorlar. Üstelik hava sıcak ve açık tenliyim; Burada sıcak bir iklimde bulunmaktan dolayı cilt kanserine yakalanabilirim.”

'Benim burada ne işim var? Buraya neden geldim? Neden burada kalıyorum?' Orada, uzun kaba süpürgemle ve hiç enerjim olmadan, kendime acıyarak ve her şeyden nefret ederek öylece duruyordum. Sonra Ajahn Chah yanıma geldi, bana gülümsedi ve şöyle dedi: 'Wat Pah Pong çok fazla acı çekiyor, değil mi?'

Daha sonra çok net bir içgörü geldi. Bir anda içimde sürekli şikayet eden, eleştiren, kendimi hiçbir şeye vermekten, herhangi bir duruma teslim etmekten beni alıkoyan bir şeyin farkına vardım. Ve onu o anda bırakabildim.

İçgörü süreci dukkha'ya gitmek, dukkha'ya bakmak, dukkha'yı kabul etmek, dukkha'yı tüm biçimleriyle tanımaktır.


İKİNCİ YÜCE GERÇEĞİN İÇGÖRÜLERİ

Gautama Buddha'nın İkinci Yüce Gerçek Söylevi:


[Samyutta Nikaya LVI, 11]

“Acının Kökeni Hakkındaki Asil Hakikat Nedir?

Varlığı yenileyen, zevk ve şehvetin eşlik ettiği arzudur.

Şunun ya da bunun tadını çıkarmak: başka bir deyişle, şehvetli arzulara duyulan özlem,

varlığa duyulan arzu, yokluğa duyulan arzu.

Peki bu arzu nereden doğuyor ve gelişiyor?

Nerede sevilebilen ve tatmin edici görünen bir şey varsa, oradan doğar ve gelişir.

Acı çekmenin kökenine dair şu Asil Hakikat vardır ki

daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar.

Bu Asil Hakikate, acının kökenini terk ederek ulaşılmalıdır…

Bu Asil Hakikate, acının kökeni terk edilerek ulaşılmıştır ki;

daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar.”

İkinci Yüce Gerçeğin, üç yönüyle şudur:

1-'Acı çekmenin kökeni vardır, o da arzuya bağlılıktır.

2-Arzunun bırakılması gerekliliği

3-Arzunun bırakılması

İkinci Asil Hakikat, acı çekmenin bir kökeni olduğunu ve acının kökeninin üç tür arzuya bağlılık olduğunu belirtir: duyusal zevk arzusu (kama tanha), olma arzusu (bhava tanha) ve kurtulma arzusu ( vibhava tanha).. İkinci Asil Hakikat çalışırken şunun üzerine tefekkür edilir: Acı çekmenin kaynağı arzuya bağlılıktır.

3 TÜR ISTIRAP

Kama Tanha: Öğle molasında lezzetli bir şey yediğinizde bunu doğrudan gözlemleyin. Nasıl da zevkli olanı daha fazla arzuluyorsunuz. Bu en kolay gözlemleyebileceğimiz yoldur.

Bhava Tanha: Eğer bu arzuyu yemek gibi bir zevke yöneltmiyorsak zevk alacağımız kişi olma arzusu olarak ortaya çıkar. Mutlu olma, zengin, başarılı, popüler olma arzusu.. Yine şimdi olandan farklı bir şey olmayı arzuluyorsun. 

Hayatınızın bhava tanha'sını dinleyin: “Acılarımdan kurtulmak için meditasyon yapmak istiyorum. Aydınlanmak istiyorum. Keşiş ya da rahibe olmak istiyorum. Aydınlanmak istiyorum. Bir eşim, çocuklarım ve bir mesleğim olsun istiyorum.” 

Vibhava Tanha: işler arzuladığımız gibi gitmezse, kurtulma ve değiştirme arzusuna düşeriz.  “Acılarımdan kurtulmak istiyorum. Öfkemden kurtulmak istiyorum. Bu öfkeye sahibim ve ondan kurtulmak istiyorum. Kıskançlıktan, korkudan, kaygıdan kurtulmak istiyorum.”  Tuzağa düşmeyin: “Tüm arzularımdan vazgeçmek istiyorum” başka bir arzudur. Yalnızca bu üç tür arzuyu anlayarak onların gitmesine izin vermelisiniz. 

Bu üç tür tanha’yı kendinize bir etiket, bir imaj olarak koymayın. “Ben tam bir Bhava Tanha insanıyım” gibi.. Arzuyla özdeşleşmeyin, yalnızca onu tespit edin.

Pratiğimin ne kadarının “bir şey olma arzusu olduğunu gözlemlemek için çok zaman harcardım”…Örneğin: bir keşiş olarak meditasyon pratiğimin ne kadarı sevilmek içindi; diğer insanlarla ilişkilerimin NE KADARI “sevilmeyi ve onaylanmayı istemekle” ilgiliydi. Bu bhava tanha'dır - övgü ve başarı arzusu. Bir meditasyon uygulayıcısı olarak şu bhava tanha'ya sahip olabilirsiniz: insanların her şeyi anlamasını ve Dharma'yı takdir etmesini istiyorsunuz. Bu ince, neredeyse asil arzular bile “bhava tanha”dır.

ARZUYA TUTUNMAK

Sorun arzu değildir. Arzu ıstırap değildir. Arzuya duyulan susuzluk, arzuya tutunma hali ıstıraptır. Beden yiyecek arzular, bu onun doğasıdır, bu ıstırap değildir. Bu arzuya bağımlılık, ıstıraptır. Onun tarafından yönetilmek, ıstıraptır. 


BIRAKMAK

Bazı şeylerden nasıl vazgeçersiniz? Bu, onları olduğu gibi bırakmanız anlamına gelir; bu onları yok etmeniz ya da çöpe atmanız anlamına gelmez. Bu daha çok onları yere bırakıp kendi hallerine bırakmak gibidir. 

Kendinizi bağlanmış halde bulduğunuzda, "bırakmanın" "kurtulmak" ya da "atmak" olmadığını unutmayın. Örneğin ben bu saati tutuyorsam ve sen 'Bırak şunu!' dersen, bu 'onu at' anlamına gelmez. Ona bağlı olduğum için onu atmam gerektiğini düşünebilirim ama bu sadece ondan kurtulma arzusu olurdu. Nesneden kurtulmanın bağımlılıktan kurtulmanın bir yolu olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Ama eğer bu saate tutunmak ve ona bağlanmak hakkında tefekkür edersem , ondan kurtulmanın hiçbir anlamı olmadığını fark ederim; bu iyi bir saattir; iyi vakit geçirmenizi sağlar ve taşıması ağır değildir. Sorun saat değil. Sorun saate tutunmak. Peki ben ne yapacağım? Bırak gitsin, bir kenara koy; hiçbir tiksinti duymadan yavaşça yere bırak. Sonra onu tekrar alıp saatin kaç olduğuna bakabilirim ve gerektiğinde bir kenara bırakabilirim. 

Bu içgörüyü 'bırakmaya' yönelik duyusal zevklere yönelik arzuya uygulayabilirsiniz. Belki çok eğlenmek istersiniz. Bu arzuyu hiçbir tiksinti duymadan nasıl bir kenara bırakırsınız? Arzuyu yargılamadan basitçe tanıyın. 

Bıraktığını nereden bilirsin?

Eğer gerçekten bırakırsan, bilirsin.

ÜÇÜNCÜ YÜCE GERÇEK

Gautama Buddha'nın ÜçüncüYüce Gerçek Söylevi:

“Acının Durdurulmasına İlişkin Asil Gerçek Nedir?

Aynı arzunun aralıksız sonlanması ve durmasıdır:

Onu reddetmek, vazgeçmek, ayrılmak ve bırakmaktır.

Peki bu arzu nerede bırakılacak ve sona erdirilecek?

Nerede sevilebilir ve tatmin edici görünen bir şey varsa,

orada terk edilir ve sona erdirilir.

Acının Durdurulmasına İlişkin Asil Hakikat vardır ki;

daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar.

Bu Yüce Gerçeğe, Acının Durdurulmasının farkına varılarak ulaşılmalıdır...

Bu Yüce Gerçeğe, Acının Durdurulmasının farkına varılarak ulaşılmıştır ki:

daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar.”

 [Samyutta Nikaya LVI, II]

Üçüncü Yüce Gerçek’in üç içgörüsü de şunlardır:

1-Acı çekmenin, dukkha'nın sona ermesi vardır.

2-Dukkha'nın durdurulması gerçekleştirilmelidir.

3-Dukkha'nın sona ermesi gerçekleştirildi.'

Doğmaya tabi olan her şey ölmeye tabidir.

Duyusal zevklerin tümü ölümlü zevklerdir.

Duyusal acıların tümü ölümlü acılardır.

Bu üç tür arzuya tutunmak ölüme tutunmaktır. Ölecek olana tutunuyoruz. Acı çekiyoruz.

Yani

1-Çektiğimiz acının ve aldığımız hazzın ölümlü, sonlu olduğunu farketmek

2-Tutunmayı veya itmeyi (nerelerde?)bırakmamız gerektiğini anlamak

3-Bıraktığımızda bıraktığımızın farkındalığı. Istırap sonlandırıldığında, bir şeyin sona erdiğini biliriz.

Mükemmel olma arzusunu da bırakırsınız ve geriye saf zihin kalır. Saf zihin “mükemmel insanların” doğduğu ve öldüğü yerdir.

Bırakmayı entelektüel düzeyde anlamak kolaydır ancak farkına varmak oldukça zor olabilir çünkü bu, katlanamayacağımızı düşündüğümüz şeylere uyumu gerektirir. Mesela meditasyona ilk başladığımda meditasyonun beni daha nazik ve daha mutlu yapacağını düşünüyordum ve keyifli zihin halleri deneyimlemeyi bekliyordum. Ama ilk iki ay hayatımda hiç bu kadar nefret ve öfke hissetmemiştim. 'Bu çok korkunç' diye düşündüm; meditasyon beni daha da kötüleştirdi,' Ama sonra neden bu kadar çok nefret ve nefretin ortaya çıktığını düşündüm ve hayatımın büyük bir kısmının tüm bunlardan kaçma girişimi olduğunu fark ettim. Eskiden takıntılı bir kitap okuyucusuydum. Nereye gidersem gideyim yanımda kitap götürmek zorunda hissederdim. Ne zaman korku ya da tiksinti içime sinsice yaklaşsa, kitabımı çıkarıp okurdum; ya da sigara içerdim ya da atıştırmalıklar yerdim. İnsanlardan nefret etmeyen nazik bir insan olarak kendime dair bir imajım vardı, bu nedenle herhangi bir tiksinme veya nefret belirtisi hep bastırıldı.

Bu yüzden bir keşiş olarak ilk birkaç ayda yapılacak işler konusunda bu kadar çaresizdim. Dikkatimi dağıtacak bir şeyler aramaya çalışıyordum çünkü meditasyonda bilinçli olarak unutmaya çalıştığım her şeyi hatırlamaya başlamıştım. Çocukluk ve ergenlik anılarım sürekli aklıma geliyordu; sonra bu öfke ve nefret o kadar bilinçli hale geldi ki sanki beni bunalttı. Ama içimden bir ses buna katlanmam gerektiğini fark etmeye başladı ve ben de buna katlandım. Otuz yıllık yaşam boyunca bastırılan tüm nefret ve öfke bu dönemde doruğa çıktı ve meditasyon yoluyla kendi kendine yanarak yok oldu. Bu bir arınma süreciydi.

Bu durma sürecinin işlemesine izin vermek için acı çekmeye hazır olmalıyız. Bu nedenle sabrın önemini vurguluyorum. Zihnimizi acıya açmalıyız çünkü acı, acıyı kucaklamakla sona erer.

Arzu ve korkunun sona ermesini arzulamıyorsun. Onları oluruna bırakıyorsun. Bir şeyin doğumunu izlediğin gibi ölümünü de izliyorsun. Böylece doğal olarak ortaya çıkan şey doğal olarak ortadan kalkıyor.

Sonra, o sona erdiğinde, nirodha'yı, yani sona ermeyi, boşluğu, bağlanmamayı deneyimlersiniz. Nirodha, Nibbana'nın başka bir kelimesidir. Bir şeyin gitmesine izin verdiğinizde ve onun bitmesine izin verdiğinizde geriye kalan şey huzurdur.

Bazen, hayatımızdaki bu kadar çok korku ve güven eksikliğinin nasıl çocukluk deneyimlerimizden kaynaklandığını ancak meditasyon yapmaya başladığımızda fark edebiliriz. Küçük bir çocukken bana düşman olan ve beni reddeden çok iyi bir arkadaşımın olduğunu hatırlıyorum. Bundan sonra aylarca perişan oldum. Aklımda silinmez bir izlenim bıraktı. Daha sonra meditasyon yoluyla bunun gibi küçük bir olayın başkalarıyla gelecekteki ilişkilerimi ne kadar etkilediğini fark ettim - her zaman çok büyük bir reddedilme korkusu yaşadım. Meditasyon sırasında o özel anı bilincime yükselene kadar bunu hiç düşünmemiştim bile. Orta yaşlı olduğunuzda çocukluk anılarınız bilinciniz ortaya çıkmaya devam ediyorsa, belki de size çocukluğunuzda oluşan inançlarınız hakkında bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardır.

Buddha’nın bir sözü var; Bu, şimdi ve burada farkında varılması gereken bir gerçektir.”

Yani bir şeyleri farketmek için yaşlılığı ya da ölmeyi beklememiz gerekmiyor. Dhamma yaşayan insanlar içindir. Şimdiki anla ilgilidir.

DÖRDÜNCÜ YÜCE GERÇEK

Gautama Buddha'nın Dördüncü Yüce Gerçek Söylevi:


[Samyutta Nikaya LVI, II]

“Acının Durdurulmasına Giden Yolun Asil Gerçeği Nedir?

Sekiz Katlı Yüce Yoldur

yani:

Doğru Görüş, Doğru Niyet, Doğru Söz,

Doğru Eylem, Doğru Geçim,

Doğru Çaba, Doğru Farkındalık ve Doğru Odaklanma

Acının Durdurulmasına Giden Yolun Asil Hakikati vardır ki:

daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar.

Bu Asil Gerçeğe Yol'u geliştirerek ulaşılmalıdır...

Bu Asil Gerçeğe Yol geliştirilerek ulaşılmıştır ki;

daha önce duyulmamış şeyler hakkında içimde; ışık, vizyon, içgörü, bilgelik, bilgi doğar.”

Dördüncü Asil Hakikat’in de, üç yönü vardır.

1-'Sekiz Katlı Yol vardır: acıdan çıkış yolu vardır.'

2- 'Bu yol geliştirilmelidir.'

3- Arahantlığa dair son içgörü şudur: 'Bu yol tamamen geliştirildi.'

Sekiz Katlı Yol bir sırayla sunulur:

1-Doğru Görüş (veya mükemmel) ‘le başlar, samma ditthi

2-Doğru Niyet (veya mükemmel) samma sankappa

yolun bu ilk iki unsuru Bilgelik (panna) olarak gruplandırılır.

Etik taahhütler (sila) , Bilgelik’ten (panna'dan) kaynaklanır;

3- Doğru Söz

4- Doğru Eylem

5- Doğru Geçimi kapsar;

aynı zamanda mükemmel konuşma, mükemmel eylem ve mükemmel geçim, samma vaca, samma kammanta ve samma ajiva olarak da anılır.

Sonra sila’dan doğal olarak akan

6- Doğru Çaba

7- Doğru Dikkat

8- Doğru Konsantrasyon, samma vayama, samma sati ve samma samadhi'ye sahibiz.

Bu son üçü duygusal dengeyi sağlar. Bunlar kalple ilgilidir; ben merkezlikten ve bencillikten kurtulmuş bir kalp.

Doğru Çaba, Doğru Dikkat ve Doğru Konsantrasyon ile kalp saftır, kusurlardan ve kirliliklerden arınmıştır. Kalp, saf olduğunda zihin huzurlu olur.

Bilgelik (panna) yani: Doğru Anlayış ve Doğru Niyet saf bir kalpten gelir.

Bu bizi başladığımız yere geri götürür.


DOĞRU GÖRÜŞ, ANLAYIŞ


Doğmaya tabii olan her şey ölmeye tabiidir.

Günsu Engin'in notu: "Bu derin anlayış, asil hakikatlerin önceki 9 içgörüsü ile gelir.  Doğru görüş/anlayış “içgörü”dür. İçgörü entelektüel bilgi değildir.  Mantıklı zihinle düşünerek vardığımız bir yer de değildir.   Maddenin hakkında düşünerek maddenin hakikatine varmadık.  Madde hakkında tefekkür ederek onun hakikatine dair içgörü edindik.  

Doğru görüş şöyle bir sıralamaya öncülük eder:  Başlayan her şey sonlanır, Ortaya çıkan her şey, sonlanır.   Ve hiçbiri self benlik değildir. 

Böylece ölümlü koşullara tabii olan benlik inancından da sıyrılırsın.  Hala beden var, düşünceler ve duygular var..  Ancak artık onların “sen” olduğuna dair inanç sona eriyor.  Sen bu beden değilsin, düşünceler değilsin, duygular değilsin.  Her şey yalnızca olduğu şeydir. Olduğu gibidir. Şeyler hiçliktir demiyoruz. Şeyler olduğu gibidir diyoruz. Daha fazlası değil.  Ancak cahilsek, şeylerin olduklarından fazlası olduğuna inanıyoruz.   Hiçbir şeyi olduğu kadarıyla göremiyoruz. Üzerine eklediğimiz her şey ıstırabımızın sebebi.  Diğer tüm insanların da bu cehaletle hareket ettiğini farkettiğimizde,  herkese karşı sonsuz bir şefkat ortaya çıkabiliyor.   Yani kendimize dair doğru görüş/ derin anlayış. TÜM insanlara karşı derin anlayışı mümkün kılıyor. "

DOĞRU NİYET (DÜŞÜNCE, TUTUM, ARZU)

Doğru niyet, (Sumedho ingilizcede Aspiration diyor) Bu arzu anlamına geliyor gibi görünüyor. Ancak cehaletten doğan ve ıstıraba sebep olan arzu değil de,

bilgelikten doğan arzu. (Arzuyu tamamen şeytanlaştırma fikri zaten doğru gelmiyor. Bu bir orta yolsa, doğru niyet içeren arzu olabilir)

Samma sankapa:

Pali dilinde 'tanha' kelimesi cehaletten kaynaklanan arzu anlamına gelirken 'sankappa' cehaletten gelmeyen arzu anlamına gelir.

Doğru Anlayış/görüş olduğunda hakikati, iyiliği ve güzelliği arzularız.

Günsu Engin'in notu:

"Niyet, kalbin pusulasıdır.  Uygulamanın seni nereye götüreceğini niyetin belirler.  Eylemlerindeki niyet sonucu belirler.  Ne yaptığından çok daha önemlidir ne niyetle yaptığın.  Niyetinizi sorgulayın. Ego bilincini güçlendirme niyeti var mı? Çoğu insan zihnin yapma haliyle yoga ve meditasyonu, ibadeti yapıyor . Böyle bir pratik sizi maneviyata mı yoksa maddiyata mı yaklaştırırdı?  İstediğiniz kadar disiplinle çalışın, niyetiniz saf değilse bütün pratik çöpe gidiyor.  Meditasyon ve yoga öyle sihirli ki hangi soruyu sorarsan sana o yanıtı veriyor.  Ben kimim diye sorarsan sana kim olduğunu söylüyor.  Sağlık sorarsan sağlık veriyor. Fit beden veriyor.  Zihinsel sakinlik veriyor. Ancak hiçbirisi bu pratiklerin en büyük hediyesi değil. Bizler niyetimiz yüzünden pratiğin kücük hediyesine razı geliyoruz. "

Meditasyon, sahip olduğumuz tüm katı görüşlerden ve sabit fikirlerden kurtulmamıza yardımcı olan, zihni koşullandırmadan arındırmanın bir yoludur. Normalde gerçek olan bir kenara atılırken gerçek olmayana tüm ilgi gösterilir. Cehalet (avijja) budur.

DOĞRU SÖZ, DOĞRU EYLEM, DOĞRU GEÇİM

Günsu Engin'in notu:  

"Farkındalıksız kişi bir söz söylediğinde muhakkak yalan söyler . Bir eylemde bulunduğudna muhakkak can yakar.  Çok fazla yalan söylüyoruz. Yalan niyetiyle değil, kendi yalanlarımızı gerçek sandığımız için. Çok sık karşılaşıyorum, çevremde bazı arkadaşlarım geçmiş deneyimlerini. Nasıl hatırlamak istiyorsa öyle anlatıyor, gerçekte olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi.  Yani doğru görüş olmadan doğru söz de olmuyor, doğru eylem de…  Şeyleri olmasını istediğimiz gibi görüyorsak,  Olmasını istediğimiz gibi anlatırız.  Bunu çok fazla insanın yaptığını görüyorum.  Bu da yalan söylemektir.  FARKINDALIKSIZLIKTAN DOĞAN BİR YALAN "

Abartı, gevezelik, dedikodu – zevk

Bu anlamda doğru söz çalışırken asıl çalışmamız zevke çekilmemeyi pratik etmek.

3 TÜR EYLEM (SN. Goenka'dan ekleme)

Kayaya, Kuma ,Suya

Yıl sonunda yastığa başınızı koyduğunuzda düşünün,bütün bir yıl   içerisinde hatırladığınız eylemler muhtemelen kayaya çizilen çizgilerdir.  En derin izler, sankhara, en güçlü tepkilerle oluşur.  Her tepki derin bir iz yaratır.  Tepki ne kadar cehaletten doğarsa, iz o kadar derindir. 

Skillfull unskillful 

Günsu Engin'in notu: " Eylemin ustaca olup olmadığını belirleyen şey,  Bu eylem kişiselliğimden mi yoksa kişi ötesi biryerden mi geliyor.  Eğer birine yardım ederken karşılık bekleyerek, saygınlık ya da imaj kazanmak,  beğenilmek veya ödül almak için. Yapıyorsanız bu eylem ne kadar erdemli görünse bile ahmakcadır. Cünkü yanlızca benlik duygunuzu güçlendirmeye yarar. Yani bu eylem benlik duygumu güçlendiriyor mu? Yoksa kendimi aradan çekerek davranabiliyor muyum? "

Ajahn Sumedho anlatıyor;

Budist manastırında yüzlerce kural ile yaşarsınız. Öldürmemek, çalmamak, sana verilmeyeni almamak vb.. 25 yıldır bu kurallarla yaşıyorum. En zor kısım konuşmadır; Konuşma alışkanlıkları, kırılması ve bırakılması en zor olanlardır.

Sıradan insanlar için Doğru Geçim, yaptığınız işe ilişkin niyetlerinizi öğrendikçe geliştirilen bir şeydir. Diğer canlılara kasıtlı olarak zarar vermekten veya geçiminizi zararlı, kaba bir şekilde sağlamaktan kaçınmaya çalışabilirsiniz. Ayrıca diğer insanların uyuşturucu veya içki bağımlısı olmasına neden olabilecek veya gezegenin ekolojik dengesini tehlikeye atabilecek geçim kaynaklarından da kaçınmaya çalışabilirsiniz. 

Dolayısıyla bu üçü - Doğru Eylem, Doğru Söz ve Doğru Geçim – Doğru Görüşten kaynaklanır. Bu gezegene bir lütuf olacak ya da en azından ona zarar vermeyecek bir şekilde yaşamak isteriz. 

Doğru Görüş ve Doğru Niyet, eylemlerimiz ve sözlerimiz üzerinde kesin bir etkiye sahiptir. Yani bilgelik etik olmaya (sila) yol açar. Sila ile cinsel dürtüyü veya bedenin şiddet içeren kullanımını kontrol altına alırız; onu öldürmek veya çalmak için kullanmayız. Bu sayede panna ve sila birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışırlar. 

DOĞRU ÇABA, DOĞRU FARKINDALIK, DOĞRU KONSANTRASYON

Birlikte çalışırlar: Doğru Anlayış ve Doğru Niyetten gelen bilgelik;

sonra Doğru Konuşma, Doğru Eylem ve Doğru Geçim Aracı olan ahlak;

 ve Doğru Çaba, Doğru Dikkat ve Doğru Konsantrasyon — dengeli, ılımlı zihin, duygusal dinginlik.

Doğru çaba: doğru melodiyi çıkarması için gitarın telleri ne çok gergin ne çok gevşek.

Ölçülü, dengeli, hırsa ve açgözlülük barındırmayan.

Kalpten gelen niyeti gerçekleştirmeye yönelik çaba.

Usta Ajan Chah: "Doğru çaba, spesifik bir şeyi oldurmaya çabası değil,

 basitçe farkında ve her an’a uyanık olma çabası. " der

-

Günsu Engin'in notu: "Doğru çaba, nefese ve bedene dair çabanın bırakılması.  Nefese dair çaba ortadan kalktığında nefesin enerjisi dizginleniyor.  Nefesler arasındaki duraksamalar ve boşluklar bilincin dinginleşmesini sağlıyor. "

Doğru farkındalık: mindfulness. Şuanın farkında olmak.

Geleceğin korkuları ve geçmişin özlemleri şimdinimn eylemlerini nasıl limitliyor görmek.

Eylemler sırasında zihnin sadece o eylem ile olması.

Doğru konsantrasyon: şimdi şu anda burada olana odaklanarak dikkatin tek noktada hizalanması. : Bahsettiğimiz çabasızlık, doğru odaklanma olduğunda oluşabiliyor. Doğru farkındalık doğru odaklanma ile mümkün olur.

Nasıl? (SN. Goenka'nın anlatımı)

"Bir doktor, hastadan kan örneği alır ve  onu test etmek için mikroskopun altına koyar. İlk yapacağı şey nedir? net görüş için mikroskopu odaklamak. Ancak o zaman kan örneğini inceleyebilir,  böylece hastalığın nedenini keşfedebilir,  böylece hastalığa uygun tedaviye karar verebilir. "

Gerçekten konsantre olduğunuzda, o kadar sakin bir duruma gelirsiniz ki.

Sakinliğin kendisi olursunuz. Biz buna oluş diyoruz. Samatha meditasyonu bu oluş sürecidir.  Ancak bu geçici bir haldir. Çünkü geçici bir şeye odaklanıyorsun. Çünkü bir tekniğe bağlısın. Konsantrasyonda ne kadar yükselsen de bu tatmin edici olmayacaktır. Samatha seni zihnin çok yüksek ve ışıltılı bir deneyimine götürür ancak bu da sona erecektir. 

Sonra samathayı bırakır ve vipassanaya geçiş yaparsıız. Her şeyi bırakıp belirsizlik ve sessizlikle oturmak. Ve böylece huzur gelir. Birincisi bilincinizi bu konsantrasyon aracılığıyla arıtırsınız. Arıtılmış nesneler üzerinde yoğunlaşmış zihin halleri geliştirirsinz.

Ama son derece arıtılmış olmak, büyük güzelliklerden zevk alan büyük bir zekaya sahip olmak, incelikli/arıtılmış (refined) olana bağlılık yarattığı içn nedeniyle kaba olan her şeyi dayanılmaz hale getirir. Hayatlarını inceliğe (refinement) adamış insanlar, ancak bu kadar yüksek standartları artık koruyamadıklarında, hayatı son derece sinir bozucu ve korkutucu bulurlar. 


© MindLight
info@mindlight.com.tr